Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 38,0032 | 38,0716 | |
EURO | 43,2143 | 43,2922 | |
DEĞİRMENİN DİLİ
Soğuk bir sonbahar sabahı idi günlerden Çarşamba İkizdere Sağlık ocağı Kadın doğum koğuşunda minik çocuk sesleri yankılanıyordu. Ses tüm koğuşlardan duyuluyordu. Çeşitti hastalıklardan hastaneye yatmakta olan tüm hastalar bu seslerden mustarip, aman Allah’ım ha şimdi susuyor, ha şimdi susacak, herkes hastabakıcılardan soruyor, bu çocuklar niçin bu kadar ağlıyor? Bunların anneleri yanlarında yok mu? Bu çocuklar ne zaman susacak.
Hastabakıcılar girdikleri her koğuşta aynı sorulara muhatap oluyor ve aynı cevapları vermek zorunda kalıyorlar. Bu çocuklar yeni Dünyaya geldi biri kız çocuğu, diğeri erkek, ikisinin de anneleri yanlarındadır. Ancak annelerinin de yapacağı bir şey yok. Belli ki çocuklar Dünyaya gelmelerinden memnun değiller, onun için ağlıyorlar.
Çocuklardan birisinin adını Ali Can diğerinin adını ise Nazlı Can koymuşlar. İki çocuk da aynı köyden iki ayrı akrabaya mensuptur. Göründüğü kadarıyla her hangi bir sağlık problemleri yok ancak Doktorun emriyle bir iki gün gözetim altında olmaları gerekiyor. Onun için taburcu olmuyorlar.
Zatürre hastalığı nedeniyle hastanede yatmakta olan yaşlı ve kızgın bir dede çocukların ağlamalarına daha fazla tahammül edemeyerek Doktorun odasına giderek durumu Doktor beye anlatıyor. Doktor bey; her ne kadar bunlar çocuk, annelerinin bir suçu yok ne yapsınlar, karınlarını doyuruyorlar, altlarını temizliyorlar, yine de çocuklar durmuyor, ben yarın onları taburcu ederim, siz rahatınıza bakın dese de kızgın dede; o çocuklar burada olduğu müddetçe ben burada duramam, o zaman beni taburcu edin ben eve gideyim diye ısrarla taburcu olmak istiyor. Doktor bey; yapacak bir şey yok, ben sizin ilaçlarınızı yazayım ve tarif ettiğim şekilde kullanırsın, aksine bir durum olursa da yarın yine gelirsiniz diyerek kızgın dedeyi istemeye istemeye taburcu eder.
Afacan bebekler sanki birbirlerine nazire ederek, Karadeniz usulü karşılıklı atma türkü söyler gibi ağlamaya devam ediyorlar. Başta biricik anneleri olmak üzere ailelerine neşe veren hayat yolculuğundaki evlilik ağacının ilk meyveleri tadına doyum olmayan bir mutluluk ve sürur kaynağı olarak bulundukları ortamı ve çevreyi tanımaya, ilerleyen zamanlarda da hayatı anlamaya çalışacaklar.
Dedesi cami imamı olan Nazlı can dünyaya teşrifleriyle başta İmam dedeyi, babaanneyi ve ailedeki tüm bireyleri sevince boğarak camide adına bir mevlit-i şerif tertip edilerek tüm köylüler davet ediliyor. Merkez Kur’an kursundan sesi ve sedası en güzel olan mevlithanlar çağırılarak mevlit-i şerif irat ediliyor. Okunan mevlit-i şerif akabinde dualar ediliyor ve davetlilere şeker ve lokumdan oluşan külahlar içerisinde ikram ediliyor. Davetlilerin hayır duaları ile mevlit merasimi sona eriyor.
Hasta haneden taburcu olup kundaklar içerisinde köydeki evine, ilk yuvasına teşrif eden Ali can efendi ise sade bir karşılama ile değirmenci dedenin evindeki başköşede yerini alıyor. Soğuktan etkilenmemesi için, olabildiğince korunaklı külhan başında, ateşliğe yakın bir yerde, değirmenci dedesinin hediye olarak almış olduğu makaralı beşiğindeki ilk uykusunu mışıl mışıl çekerek istirahatini yapmaktadır.
İki çocuk da ailelerin ilk göz ağrıları olmaları nedeniyle el bebek gül bebek büyütülüyor. Her iki çocukta köklü bir aileye mensup olmaları nedeniyle bir müddet evlerden misafir eksik olmuyor. Gelen misafirlerde elden gelen imkânlarla hediyelerini eksik etmiyorlar. Çocuklar açısından en çok korkulan konu nazardır. Çocukları görmeye gelen misafirleri kapıda karşılayan babaanne gelen misafirleri kapıdan alıp çocuğun bulunmuş olduğu yere götürüyor. Selamlama ve hoşbeş muhabbetinin ardından, benim biricik torunum diye söze başlarken, gelen misafire aman nazarınızı çevirin, aman maşallah deyin, sakin yanlış anlamayın ama benim torunum bir tanedir diyerek ilk açılışı yapıyor ve gelen misafire Maşallah maşallah, nazar değmesin inşallah dedirtiyor.
Bebekler köyün yaşlılarından eli bereketli, ağzı dualı yaşlı neneler tarafından okutularak cinden, periden ve nazardan korunması için önlemler alınıyor. Hocalara ve Mollalara muskalar yaptırtılıyor, bir muska çocuğun beşiğine, bir muska kundağına olmak üzere çocuklar kem gözlerden korunmak için adeta zırhlanıyor.
Köyde gelenek haline gelmiş olan okutma işlemi istisnasız her doğan çocuğa yapıldığından Ali Can ve Nazlı Can bir aylık olunca yaşlı ninenin evine götürülüyor. Nine bildiği duaları her iki çocuğa da ayrı ayrı okuyarak kundaklarına ufluyor. Ayrıca ateşte eritmiş olduğu kurşunu kundağın üzerinde bir tabak içerisinde bulunan suya dökerek ve bu esnada da okuyup üfleyerek göz şerrinden çocukları muhafaza altına alıyor. Bir başka yöntemde, yaşlı nine donunun sağ paçasında bulunan lastığı çıkartarak çocuğu bel kısmından sokup ayak kısmından çıkartarak yapılacak olan büyü ve sihirler için önlem almış oluyor. Genellikle yedi kez yapılan bu işlemden sonra çocuk abdest alır gibi ilgili azaları ılık su ile yıkanarak, atık su bir leğen içerisinde toplanarak besmele ile meyvesi en çok sevilen bir ağacın dibine dökülüyor.
Dedesi değirmenci olan Ali Can’ın baba Vatanı görevini yapmak üzere Çanakkale’de asker olduğundan henüz doğacak olan çocuğunun Dünyaya teşriflerinden haberi yok. Tel yok, telgraf yok, telefon yok. Ali Can’ın annesinin okuryazarlığı yok, dolayısıyla mektup yazacak durumu da yok. Ali Can’ın babası bir çocuğunun olacağından haberi var, geçen zaman içerisinde yapmış olduğu hesaplamalara göre de zaman dolmuş olması lazım. Yanı; genellikle dokuz ay on gün içerisinde meydana gelen doğum hadisesi olmuş olması lazım ama hadisenin oluşunu haber verecek olan ucu yakılı mektup henüz birlik yazıcısına ulaşmamış.
Gece uykuları kaçak Ali Can’ın babası gündüzleri Birlik yazıhanesinin yolunu adeta suyolu yapmış, yazıcıdan bir hayırlı haber alabilmek için adeta kıvranıyor. Yazıcı olan Askerde en az Ali Can’ın babası kadar heyecanla asker arkadaşına sevinçli bir haber verebilmek için didiniyor. Her sabah ilk iş olarak postacının getirmiş olduğu mektuplarda Ali Can’ın babasının ismini arıyor ama ne çare yok yok yok.
Ülke savaş halinde, düşman adeta kudurmuş hınzır gibi dört koldan saldırıyor. Ali Can’ın babasının her an şahadet şerbetini içmesi olası bir durum, Cepheden cepheye, mevziden mevziye koşuyor. Dua ediyor; Allah’ım! Ne olur, ölmeden bir hayırlı haber. Kendi öleceğinden değil, eşinin ve doğacak olan yavrusunun akıbetini merak ediyor. Yoksa vatana bir can değil bin canlar feda olsun. Ancak eşi ve yavrusu sağ olsun istiyor, Vatan sağ olsun.
Ah bu gözü kör olasıca cahillik, okuyamamak yazamamak, bir mektup yazdıra bilmek için mektepten gelen çocuklardan yardım dilenmek. Yazdırılacak mektup için rüşvetler teklif etmek. Bir sağan ceviz, bir çift çorap veya yazacak olanın istediği ne ise, o işte.
Neyse ki Ali Can’ın annesi bir “forotiko” gömleğine mektup yazdıracak bir çocuk bularak Çanakkale’de Dokuzuncu alay, dördüncü bölükte Vatanı görevini yapmakta alan sevgili eşine mektup yazmaya başlıyor. Mektup için gerekli olan kalem, kağit ve zarf önceden hazırlanmış, yazılacak olan mekân belirlenmiştir. Yazıcıya söylediklerini tam ve eksiksiz olarak yazacağının sözünü almış olan Ali Can’ın annesi derin bir iç çektikten sonra tane tane söylemeye başlar.
Sevgili eşim, canım, bir tanem daha daha nasılsın iyi misin? Bizden sual edecek oluşan biz çok iyiyiz. Annen baban hepsi iyiler. Konu komşudan çok şükür bir yaramazlık yok. Biz hepimiz seni düşünüyoruz, inşallah sende iyisindir. Bazen komşular geliyor konuşuyorlar, düşman çok azılı, acımasızca saldırıyor, çok Asker zayiat vermişiz. Her duyduğumda odama gidip ağlıyorum. Günde beş vakit namazımda hep sana ve tüm askerlerimize dua ediyorum. Allah’ım! Eşleri kocasız, yavruları babasız, babaları evlatsız bırakma. Askerlerimizin ayağına taş değdirtme yarabbi, diye dua ediyorum. İnşallah Allah dualarımı kabul eder. İnşallah Vatanımız düşmanlardan kurtulur ve askerlerimiz evlerine kavuşur.
Bu mektubu yazmakta çok geç kaldım biliyorum, sende meraklar içerisinde kalmışsın. Ama buraları da biliyorsun. Kağıt bulmak, zarf bulmak, mektup yazdırmak için çocuk bulmak kolay olmadı. Sağ olsun komşunun oğlu Hüseyin bana çok yardımcı oldu. Kareli defterinin ortasından iki sayfa kopararak mektup kağıdı yaptık. Hüseyin yirmi beş kuruşa okul kantininden bir zatf alarak getirdi. Mektubu postaya atmak için bir lira lazım. Onu da bebiş’i bakmaya gelenlerden bazıları hediye olarak para verdiler, o paralardan Hüseyin’e bir lira vereceğim. Hüseyin çok iyi bir çocuk biliyor musun? Bana çok yardımcı oluyor, bende kendisine yağlı pide, ceviz, ne bulursam veriyorum.
Lafı çok uzattın, saadete gel, bebişten bahset dediğini duyar gibiyim. Ama ne yapayım, sende biraz merak et istiyorum. Neyse neyse, hadi söyleyeyim. Nur topu gibi bir oğlumuz oldu. Maşallah maşallah. Allah nazarlardan saklasın. Biliyor musun? Gelen herkes çocuğun sana benzediğini söylüyor. Tıpkı babası, “hık” demiş burnundan düşmüş diyorlar. Daha önceki mektubumda hamilelik dönemimi anlatmıştım. İnan abartmıyorum, çok zor bir hamilelik dönemi yaşadım. Köyde biliyorsun iş güç, çayır çimen, odun yaprak, hiçbir işten geri kalmadım. Ama ne yalan söyleyeyim, Annen beni çok kolladı, hele sabahları ahıra gitmeme hiç müsaade etmedi. Hep bana sen kalkma, havalar soğuk, sen üşütürsün, aman hasta olma, bebişine bir şey olasın diyerek beni kaldırmak istemiyordu ama ben rahat edemiyordum, yine de anneme yardım olsun diye han bağından otları ben götürüyordu.
Çocuğumuz İkizdere’de sağlık ocağında doğdu. Biliyor musun? O gün Hocanın gelini Nuriye var ya, o da doğum yaptı, Onunda nur topu gibi bir kızı oldu. Onun adını da hoca dedesi Nazlı Can koydu. İkisi de çok afacan, çok yaramaz. Hasta haneyi “beyizir” ettiler. Bizim yüzümüzden bir amca doktorla kavga etti. Doktor amcaya; ne yapayım çocuk işte çocuk bunlar ağlayacak tabi, sen ağlamadan mı dünyaya geldin. Çocukların ağızlarını bantlayalım mı? Ne yapalım söyle. Diyerek çıkıştı, amca o zaman beni taburcu eyle ben eve gideceğim dedi. Doktorda sen bilirsin alsana reçeten, bu ilaçları kullan, aksı bir durum olursa biz buradayız yine gelirsin diyerek adamın çıkışını verdi.
Neyse sen bizi düşünme biz çok iyiyiz. Sen kendine bak, aman çok dikkat et. Kör olası düşmana geçit vermeyin. Ali Can’ımızda yetişecek, oda senin gibi asker olacak inşallah, babasından nöbeti devralacak. Baban değirmene gidip geliyor. Değirmen de sık sık bozuluyor. Baba bazen çok yorgun geliyor. Bende ara sıra değirmene gidip temizlik yapıyorum. Baba beni almak istemiyor ama olsun ben rahat edemiyorum, hem değirmenin içini dışını tertemiz edince bana bol bol dua ediyor. Annenin ve babanın duası benim çok hoşuma gidiyor. İnşallah bu dualar sayesinde tekrar kavuşacağız, mutlu ve müreffeh bir yuvamız olacak. Bizde çocuklarımızı büyüteceğiz, askere göndereceğiz, evlendireceğiz. Bizde torun torba sahibi olacağız İnşallah. Allah’ım o günleri bize göster, Ya Rabbim.
Mektubuma son verirken tekrar selam ediyorum. Ha! Bebiş de selam ediyor, ellerinden öpüyor. Ara sıra babam nerdedir, beni neden görmeye gelmedi diye de soruyor haa. Aman bizi merakta bırakma sık sık mektup yaz. Gözlerimiz yollarda seni ve senden gelecek olan hayırlı haberlerini dört gözle bekliyoruz.
Allah’ım yardımcınız olsun. Allah’ım kılıcınızı keskin etsin. Allah’ım ayağınıza taş değdirmesin. Allah’ım düşmanlarımızı kör etsin, kahrı perişan etsin. Vatanımız “PAYİDAR” milletimiz “BAHTİYAR” olsun.
...