Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 34,3128 | 34,3746 | |
EURO | 36,4642 | 36,5299 | |
KÖYÜMDEN MANZARALAR
Köyümüzde en eski Caminin Abduun Mahallesi (Orta Mah.)deki cami olduğunu ve zamanın devrinde Yavuz Sultan Selim han hazretleri tarafından bu Camiye konaklama yapıldığını daha önceki yazılarımızda bahsetmiştik. Yine o devirlerde; Kuraisebe nahiyesinden, Van’a karinesinden ve Kaplıcalardan söz edildiğinden de bahsetmiştik.
Köyümüzde mevcut yedi Camii bulunmaktadır. Bunlar: Çifteler Camii, İmamlar Camii, Büyük Camii, Orta Mahalle Camii (Abduun Mah.), Sırt Mahalle Camii, Katalan Mahallesi Camii ve Papayine Mahalle Camiidir.
Yaklaşık beş yıl önce minaresi yapılmış olan İmamlar Mahallesi Camii şu anki yerine 1966 yılında yapılmıştır. Bu Camii daha önce ahşap olarak İmamlar Mahallesi ile Çifteler Mahallesi arasında bulunan boğazda, Hacı Hasan Aksu’nun evinin yakınlarında bir yerlerdeydi. Çifteler Mahallesi ile birlikte ortaklaşa yapılmış olan bu eski ahşap Camii o zamanlar meydana gelen selintide hasar görmesi nedeniyle Caminin yerinin değiştirilmesine karar verilmiştir.
İkinci evliliğini Sıçanlı (Kürtomilar)’dan yapmış olan İmamlar Mahallesinin ileri gelenlerinden Demir ali Yılmaz’ın (1904 – 1983) öncülüğünde Camii şimdiki yerinde yapılmıştır. Dolayısıyla yeni hısımlarla ortak olarak kullanılmaya başlanılmıştır. Meydana gelen heyelanda hasar gören eski Caminin kerestesi Çifteler Mahalle sakinlerine verilmiştir. Mevcut keresteye ilaveler yapılarak Çifteler Mahallesine bir Camii yapılmıştır. Çifteler Camiine betonarme yeni bir Camii ve lojman yapılmış olmasına rağmen eskiden yapılmış olan ahşap Camii halen varlığını idame ettirmektedir. Yılların vermiş olduğu yorgunluk ve bakımsızlıklara rağmen halen ayakta duran, geçmişi günümüze taşıyan bu Camii bir tarih ve kültür hazinesi olarak korunmaya alınması ve ziyaret edilmesi âcizane tavsiyemizdir.
Büyük Camii Mahallesinde bulunan Camiinin ilk yapılış tarihi kesin olarak tespit edilememekle beraber şu anki taş yapı Camii 1950 yılında yapılmıştır. Camii tüm köylülerin iş birliği ile el ele verilerek “İMECE” usulü yapılmıştır. Caminin taşları köyümüzdeki taş ustaları tarafından, afunya’dan kesilmiştir. Afunya; Şu anki Camii lojmanının solunda bulunan ve mezarlıklara kadar olan yerin adıdır. Taş Caminin yapılışında görev alan başlıca ustalarımız; Mensur (Ergin) usta, Abdullah (Mollahasanoğlu) usta, Katalan’dan Mehmet (BALCI)usta, Abdullah YILMAZ (sağır)usta gibi meşhur ustalar başta olmak üzere; Taş ustası olarak, (Husika) Dursun ali, (Husika) Hemdi, Katalan'dan Hacı Mehmet oğulları Hacı Hasan, Hafız Mustafa, Hacı Aslan, Muçolar’dan Molla Dursun oğlu Hacı Ali Tekin, yine Muçolardan Hacı Hasan Tekin olmak üzere tüm köylülerimiz el birliği ile, usta veya amele olarak görev yapmışlardır.
Köyümüze araba yolu açılmadan önce Caminin yanında, patika yolu üzerinde ahşap olarak yapılı bulunan cami lojmanı, araba yolunun geçmesiyle yıkılmıştır. O yıllarda Camide İmam hatip olarak görev yapan Trabzonlu Mustafa UZUNER hocamız bir müddet Murat’ın Ömer’in evine kalmıştır. Yine Caminin yanında, araba yolunun alt kısmında bir oda ve bir salon olarak yapılan ve benim görevli olduğum zamanlarda bu şekilde kullanılan beton harman lojman şu an görev yapmakta olan Dursun ali hoca zamanında üzerine bir kat daha çıkılarak bu günkü halini almıştır.
İmece üslü ile yapılmış olan Büyük Camiye kadınıyla, erkeğiyle zerre katkı sunan tüm geçmişlerimizi minnetle ve rahmetle yâd ediyorum. Dereden sırtında kum taşıyan, ormandan omuzunda kereste taşıyan ve halen bakım ve onarımına katkı sunan herkesten Mevla’m razı olsun. Sadaka-i cariye olarak yapılmış olan bu hizmetlerin mükâfatını yevmi kıyamette olumlu olarak görmek nasıp eylesin.
Dedem (Keçeli) Hacı Hasan’ın, Babam Hacı İsmail Hoca’nın ve âcizane benim (1988 – 1989) de İmam Hatip olarak görev yapmış olduğum Büyük Camide halen köyümüzden Mutelif torunu, İsmail oğlu Dursun ali Balcı görev yapmaktadır.
İlk yapılış tarihi belli olmayan ve bu günkü haliyle yapılışı 1965 yılında tamamlanan Orta mahalle(Abduun Mah.) camii uzun yıllar kadrosuz olarak hizmet vermiştir. Kış aylarında ve Ramazanlarda Mahalle sakinleri tarafından ücreti mukabilince tutulan hocaların hizmet vermiş olduğu bu Camide Diyanet İşleri Başkanlığınca resmi kadro tahsis edildikten sonra ilk görevli olarak aynı mahalleden Molla Dursun torunu, Servet oğlu Zeki Tekin İmam Hatip olarak atanmıştır. Cemaat açısından zayıf durumda olan bu Camimize Zeki Tekin Hocanın gayretli çalışmalarıyla bir Minare kazandırılmış ve üstteki araba yolundan kolay ulaşım sağlamak amacıyla beton harman merdivenler yapılarak Caminin çevresi güzelleştirilip işlevselliği artırılmıştır. Yapılmış olan bu kalıcı hizmetlerden dolayı Zeki TEKİN hocamıza teşekkür ediyorum.
Babam İsmail Hoca’nın hafızlığını tamamlamış olduğu bu Camiye kadro verilmeden önce, ücreti mukabilinde tutulan hocalar genellikle Güneyce Nahiyesi (Varda)nden tutulurdu. Bu Camiye Köyümüzden Kösenin Hafız diye bilinen ve babamın’ da hafızlık arkadaşı olan, aynı Camide hafızlığını tamamlamış olan Hafız Hasan MOLLAHASANOĞLU, Cevizli (Pakorom) köyünden Hamza Hoca, Kafkame’den Meşhur Yelleme hocamız görev yapmıştır.
Köyümüzde, Muhtar Ali ÖZTÜRK zamanında Orta Mahalle (Abduun Mah.)’sinde yapılan sağlık ocağı bir müddet faal olarak hizmet vermiştir. İlk hemşiresi Köyümüz İlköğretim okulunda görevli Artvinli Ekrem DEMİRCİ hocamızın (benimde 5. Sınıf öğretmenim)eşi hemşire olduğundan Muhtar Ali Öztürk’ün girişimleriyle tayını köyümüz sağlık ocağına yapılmıştır. Öğretmenimizin köyümüzden nakil alması nedeniyle hemşiresiz kalan sağlık ocağımız kısa dönemler halinde zaman zaman hizmet vermiş olsa da çeşitli söylentiler ve çeşitli vesilelerle issiz kalan sağlık ocağı binamız bakımsızlık nedeniyle de viran olmuş bir harabeyi andırmaktadır.
Köyümüzün dernek yönetim toplantısında dernek başkanı Sayın Turgut TEKİN tarafından atıl durumda olan bu sağlık ocağı binasının, Orta mahalle Camii lojmanı olarak yeniden hizmete alınması için yapacakları girişimleri cani gönülden destekliyorum.
Çifteler eski ahşap Camii, Katalan Mahalle Camii, Sırt Mahalle İlkokul binası, Sağlık ocağı binası ve merkez ilkokul binalarının gerekli bakım ve onarımlarının yapılarak kültür hazinemiz olarak korunmaları, mümkünse gerektiği bir şekilde aktif hale getirilmeleri arzumuzdur. Muhtarlığımızın ve köy derneğimizin bu yönde atacağı adımlar takdirle karşılanacaktır.
Eski zamanlarda; birlik, beraberlik, dostluk ver kardeşliğin en güzel bir nişanesi olan “İMECE” usulü çalışmak revaçtaydı. Camii, Okul, Yol, Su, Çeşme gibi kamu yararına olan işlerde uygulanan “İMECE” usulü çalışma sistemi komşular arasında da uygulanmaktaydı.
“İMECE” usulü ile yapılan işlerde katılımcılar arasında olan sohbet ve muhabbetin, yazı ile geleceğe aktarılması ve aynı duyguların hissedilmesi mümkün değildir. İş esnasında anlatılan fıkralar, yapılan muziplikler, yenilen yemeklerde olan lezzeti bir başka yerde bulmak mümkün değildir.
O zamanlar adına “E’RAT” denen, çalışarak yardımlaşmak, bu günkü “İRGATLIK” anlamında değildir. Arada hiçbir maddi menfaat gözetmek sizin, sırf Allah rızası için, dostluk ve kardeşlik için karşılıksız olarak yapılan bir çalışmadır.
Yapılacak olan işin sürecek zamanına ve yerin durumuna göre, pişirilip ortaya konacak Patates yoksa, Hoşmeri veya Muhlama yapma imkânı yoksa, içilecek ayran dahi yoksa, kuru ekmek arasına konulan bir kaşık minci ve bir baş taze soğan günün en lezzetli menüsü oluverirdi. Kimi zaman aç, susuz yapılmak zorunda kalınan “E’RAT”lık işleri kimi zamanlarda bol ve bereketli oluverirdi. Bir tas bal, bir bakraç yoğurt, kaymak veya yağ, mincinin yanı sıra ateşlikte bulunan “PEKİ”den çıkartılan taze pişmiş ekmek, kazanda pişen patates, yemeğin üzerine ikram edilen elma, armut veya ceviz, bir kâse hoşaf suyu veya ateşin kenarında demlenip maşrabada ikram edilen çaylar ardından ev sahibinin yüksek sesle :“ Hepinizden ALLAH razı olsun”, “ Çok teşekkür ederim” nidaları, bir anda günün ve işin yorgunluğunu insanların üzerinden atarak neşeli bir şekilde evlerine dönmelerine vesile olurdu.
“İMECE” usulü ile yapılan işler esnasında yaşanan bazı enteresan, yapılan muziplikler ömür boyu dilden dile anlatıla gelen darbı mesel olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Bir seferinde “ahpın”ını kazdırmak için 10 – 15 kişilik bir grup toplayan kişi öğlen yemeği için büyükçe bir tava’ya bol yağlı bir “Muhlama” yapar ve yanında bir kazan patates pişirir. Orta yere konan sofranın tam orta yerine muhlama tavasını, etrafına da pişen patatesleri yerleştirip “E’RAT” gelen dostlarını sofraya davet eder. Herkes yerini alıp tam yemeğe başlayacakları sırada ev sahibi muhlama’nın üzerine sırt üstü düşen ve dört bacağı ile çapalayan (çırpınan) bir sineği fark eder. Ev sahibi el çabukluğu ile eline almış olduğu ekmeği muhlamadaki sineğin üzerine kapatarak sesli bir şekilde “TOPLA BACAKLARINI GIDEYISUN” der ve batırmasını sinekle beraber mideye indirir. Sofranın etrafında bulunan insanlar bu nidayı muhlama “gitti gidiyor, her an bitebilir” manasında anlayarak, zaten aç olduklarından tavadaki muhlama’yı dibindeki kazıtmaya varıncaya kadar kapış kapış yerler. Bu durumu uzun zaman bir sır olarak hiç kimseye anlatmayan ev sahibi aradan uzun yıllar geçince konuyu eşine anlatır ve bu şekilde dilden dile bu olay aktarılır. Her yemek yiyişimde yemeğin başına olumsuz bir iş gelmiş olsa bu olayı hatırlar ve aynı sözü bende tekrarlarım. Masadakilerden her hangi birisi neden böyle bir şey söylediğimi soracak olursa da bu olayı anlatırım.
Yine birisine “Hartama” yapmak için ormana giden iki arkadaş, acıkınca öğlen yemeğini yemek için ev sahibinin getirmiş olduğu yağ, minci ve ekmeği bir ağacın diline koyarak yemeye başlarlar. “e’rat”in hızli bir şekilde yağ’a hücum ettiğini gören ev sahibi: “kardeşim; sen minci ye, yağ seni susandırır” diye ikaz eder. Bir başkası, hızlı yiyen birisine; “Boğaz değil sanki değirmenin oluğu”, bir başkası çok yiyen birisine “Dilenci torbası gibi ne korsan “looom” gidiyor diye takılırdı.
Ev yapan birisi, yarın betonu kiminle dökeceğini düşünmezdi. Kadınıyla erkeğiyle küreğini kapan gelirdi. Zorda olana, darda kalana, aç olana, açıkta kalana dost eli uzatılırdı. Keyfi tembellik yapılmaz, muhtaç olmamak için herkes çalışırdı. “E’RAT” tek başına başa çıkmanın zor olduğu işleri yapmak için başvurulan bir yöntemdi.
Şimdilerde misafirlik diye gidilen komşulara, o zamanlar “ME’LE” diye gidilirdi. Yazları yoğun çalışma ve aşırı yorgunluk nedeniyle, gecelerinde kısa olmasından dolayı yapılamayan “Me’leye” gitme olayı kışın çok sıklıkla yapılırdı. Erkeklerin Camii’lerde toplandığı uzun kış gecelerinde kadınlar da evlerde toplanırlardı. Geniş havadisle, yoğun dedikodular, derin analizler bu uzun kış gecelerinde yapılırdı.
Şişeli lambanın isli camından sızan ışık altında veya duvara sokulmuş olarak yanan dumanı kıvrıla kıvrıla “ğeni”ye (Dama) doğru yükselen “çıra” ışığının altında tadına doyum olmayan sohbetler edilir, çaylar içilirdi. Açılan kapılardan habersizce içeriye dalıp şişeli lambayı ve duvardaki çırayı söndüren rüzgâra olmadık laflar söylenir, kapıyı açan azarlanırdı. Ortamı yeniden aydınlatmak için bir hayli çaba harcanırdı.
Ateşin etrafında yer bulunmadığından zorunlu Yarış’a zorlanan çocukların buz gibi yatakta yorgan çekiştirmeleri, ısınmak için birbirlerine sokularak tekmeleşmeleri ve canı yananların ağlamaları geceye ayrı bir renk katardı. Çocukların başlarını yorganın altına sokarak nefesleriyle ısıtmaya çalıştıkları yatakta, muziplikten veya gayrı ihtiyarı “gaz” çıkarak çocuğun didiklenmesi veya tekmelenmesi olmazsa olmazlardandı.
Beştaş, saklambaç, eşya bulmaca gibi çeşitli oyunların yanı sıra iki grup halinde karşılıklı oturup eller arkada yüzük saklama oyunu oynanırdı. Eller ön tarafa getirildiğinde karşı gruptan yüzüğün hangi elde olduğu sorulur, yüzük bulunursa oyun el değiştirir, Yüzük karşı gruba geçerdi. Yüzük bulunamazsa; havlu veya çember ucunda yapılan kocamak düğümle karşı grubun ellerine önceden belirtilen sayı kadar vurulurdu. Bazen bu vurma işi can yakıcı seviyelere kadar ulaşır ufak çaplı kavgalara neden olsa da sonraki geceler yine oynanmaya devam edilirdi.
O zamanlar açlık vardı, yoksulluk vardı ama kardeşlik vardı, dostluk vardı. Eksiklikler vardı, aksaklıklar vardı ama sevgi vardı, saygı vardı. Kusurlar vardı ama kusur aranmazdı. “Dünyada kusursuz iki insan vardır; biri ölmüştür, diğeri ise henüz doğmamıştır.”, ”Kusursuz dost arayanlar dostsuz kalır.”
Selam olsun tüm dostlara…!